Size o kadar tatlı tarifleri veriyorum ama sağlığınız ve gençliğinizle ilgili paylaşımlarda da hizmette sınır tanımıyorum fark ediyorsanız.
Niye antioksidanların peşinden
koşuyoruz?
-
İnsan doğduğu andan itibaren yaşamaya ve ölmeye başlar. MONTAIGNE. –
Önce bir hücreyi hayal ederek başlayalım bu
felsefi ve biyolojik konuyu anlamaya...Bir hücre, kendisinin aynısından yapar.
Sonra da yerini yeni hücreye bırakarak ölür. Normal koşullarda bu süreç böyle
devam eder. Tıpkı insan soyu gibi. Bu dünyadan göçüp gitmeden önce biz de
yerimize birini bırakmanın peşinde değil miyiz? Aşk, zevk bahane...
Şimdi konuyu daha iyi anlamak için şu akışı
takip edelim.
- Yaşlanmak
nedir?
Organların ve dokuların eskimesidir.
- Peki, organ
ve doku nasıl eskir?
O organın veya dokunun sahip olduğu hücreler
azalır.
- Madem her
hücre kendisinin aynısından yapıp ölüyor, nasıl oluyor da hücreler eksilir?
İşte yaşlanmanın mekanizmasını ortaya koyacak
temel yanıt bu sorunun yanıtıdır. Bu sorunun yanıtını tam olarak bilmiyoruz ama
bazı hipotezlerimiz var çok şükür. En çok kabul gören hipotezi anlatıyorum
şimdi size:
Canlılık, kazasız belasız süregelen bir
kimyasal reaksiyonlar bütünüdür. Bu kimyasal reaksiyonlar hücresel düzeyde
gerçekleşir. Doğa kurallarına uyarsan bir bedel ödemen gerekmez. Ama doğa
kurallarının tersine bir eyleme gireceksen bedelini ödemen gerekir. Biz de kas
kasılması, sinirsel ileti gibi, bizi bir ottan daha öteye götüren eylemler için
bir bedel öderiz. Çünkü yaşamak için zaman zaman doğaya karşı koymak,
üstesinden gelmek, çekişmek gerekir (zarar vermek demiyorum bakın, pazarlık
etmek diyorum). İşte bizim kas kasılması ve sinirsel ileti için ödediğimiz
bedele “enerji” denir. Peki enerjiyi nereden buluyoruz. Anlatalım:
Gıdalardan aldığımız glukozu hücremize
taşırız (kanla). Solunumla içimize çektiğimiz havayı hücreye taşırız (kanla).
Sonra hücrenin içinde glukozu oksijenle bir güzel yakarız. Yanma sonucu
karbondioksit açığa çıkar, ondan nefes yoluyla kurtuluruz. Yanma sonucu ısı
açığa çıkar, onu kas kasılması ve sinirsel iletinin sürdürülmesi için enerji
olarak kullanırız. Yanma sonucu bütün bunlara ek olarak tabiri caiz ise bir de
egzoz gazı oluştururuz. Bu egzoz gazına “serbest oksijen radikali (SOR)” denir.
Yanma sonucu oluşan bu moleküller yarım yamalak moleküllerdir. Kendilerini ne
pahasına olursa olsun tamamlamak isteyen bu eksik moleküller bu uğurda
çevredeki diğer moleküllere zarar verir.
Serbest oksijen radikalleri öncelikle hücre
zarına saldırır. Hücreler erken ölür. Tüm genç ölümlerde olduğu gibi ölenin
yeri boş kalır ve organlarda, deride yaşlanma süreci başlar. Ayrıca SOR’leri
nedeniyle damarlarımızdaki yağ, damar duvarına çöker, damar sertliği başlar. Ek
olarak SOR’leri hücre çekirdeğine saldırırsa genlerimizde mutasyonlar oluşur ve
kanser tipi hücre çoğalması başlar.
Dikkat! Organ yetmezlikleri, damar sertliği
ve kanser! İşte yaşlanmak bu demektir.
Montaigne sanki bilip de söylemiş: İnsan oğlu
yaşamak için oksijene muhtaç. Oksijen soluduğu anda da yaşlanmaya başlıyor.
Karaciğerin
değeri
Oksijen soluyarak ürettiğimiz serbest oksijen
radikallerini temizleme işi karaciğerindir. Özel bir enzim sistemini kullanarak
karaciğerimiz SOR’lerini bağlar ve zararsızlaştırır. Bu enzimler antioksidan
enzimlerdir. Ayrıca dışarıdan antioksidan maddeler de alırız. Örneğin A, C ve E
vitaminleri, asetilsistein, Gingko biloba ekstresi ve daha niceleri antioksdan
etkili maddelerdir ve karaciğerin SOR’ni temizlemesine yardım eder.
Sadece buraya kadar bilmek bile aklımıza
birçok soru gelmesine neden oluyor değil mi? Ne güzel!
1. Karaciğer
tüm serbest radikalleri temizleyebilir mi?
Yorgun değilse büyük ölçüde temizler. Ama
serbest radikaller tüm dokulara saldırdığı gibi karaciğere de saldırır ve onu
da yaşlandırır. Dolayısıyla zaman içinde karaciğer eski temizlik kapasitesini
kaybeder. İşte bu nedenle lise mezuniyetinizin 5. yılında gördüğünüz
arkadaşınıza “hiç değişmemişsin” diyebilirsiniz. 10. ve 15. yılda bile bunu
diyebilirsiniz. Ama 20. yılda içinizden “buna ne olmuş böyle?” dersiniz. Çünkü
yaşlanma giderek ivmelenir.
2.
Karaciğeri nasıl koruyalım?
Öncelikle uyuyun. Uykuda daha az oksijen
tüketiriz. Bu da karaciğerin dinlenmesi anlamına gelir. Ayrıca antioksidanları
kullanabilirsiniz. Alkolü de azaltınız. Alkol karaciğeri meşgul edip SOR
temizleme kapasitesini düşürür.
3. Oksijen
zararlı mı?
Evet. Ama elden ne gelir? Ona muhtacız. Genel
olarak hareketli bir hayat yaşayın. Bütün gün masa başında oturup, iş çıkışı
spora giderseniz ve 6 km koşarsanız, bir anda aldığınız çok miktarda oksijen
ile milyon tane SOR üretirsiniz ve form tutacağım derken yaşlanmayı
tetiklersiniz.
4. Peki o
halde spor yapmayalım mı?
Genelde hareketli yaşayın. Bir de yaşlanmanın
kaslar üzerindeki etkisini azaltmak için yoga, pilates ve ağırlık çalışması
gibi kas güçlendirici sporlar yapın.
5. Antiaging
(yaşlanma karşıtı) uygulamalar, antioksidan kullanmak anlamına mı gelir?
Evet! Doktorunuza danışıp sürekli antioksidan
kullanabilirsiniz. Kaslarınızı çalıştırın, eskimesin. İyi uyuyun. Bir de Tom
Robbins “Parfümün Dansı” kitabını okuyun. Orada yaşlanma karşıtı başka
formüller de öğrenirsiniz.
Sorunuz olursa buralarda olacağım. Özge beni
bulur!
Sevgiler
Benim azıcık sorum var:
YanıtlaSilÖzge nasılsa Dr. Hanım’ı bulurmuş, soruyu iletirmiş. Bu site ne güzelmiş!
“Gıdalardan aldığımız glukozu hücremize taşırız (kanla).” diyor doktorumuz. Peki, doğrudan glukoz almak, yani tatlı yemek, bu yazıda anlatılanlar açısından bir fark yaratır mı? Yoksa, “oksijen çekmek ve bir şeyler yemek zaten sonumuzu getirecek” gerçeğinin yanında, tatlı veya tatsız yemek pek önemli değil mi?
Teşekkür, sevgi, selam,
Zafer
Sevgili Zafer, ben senin niyetini biliyorum. Ama halk sağlığına katkı olması açısından bu "gerçekten" akıllıca soruyu yanıtlamak istiyorum. Öncelikle "oksijen çekmek ve bir şeyler yemek zaten sonumuzu getirecek" bu bir gerçek. Amaç sonumuz gelene kadar kaliteli zaman geçirmek. Eğer sofra şekeri veya glukoz içeren şerbetli baklavadan bir tepsi yersen kan şekerin çok hızlı ve çok miktarda yükselir. Bu artışın vücuda zarar vermemesi için oluşan yoğun enerjiyi hemen ya dövüşerek, ya savaşarak, ya koşarak harcaman gerekir. Ama eğer ekmek makarna gibi uzun zincirli yani kompleks karbonhidrat yersen vücut onu glukoza daha yavaş dönüştürecektir ve kan şekerin yavaş yükselecek, uzun süre çok da yüksek olmayan bir düzeyde kalacaktır. Böyle olduğunda hem uzun süre tokluk hissedersin hem de vücut gerektiğinde yağ yakabilir. Eğer bugün yaşadığın gibi "bir tepsi baklava yedim, daha yok mu dedim" tarzı yaşarsan ya obesite ya diyabet ya da her ikisi birden seni bulacaktır. "Sofra şekeri zehirdir" diyerek sözlerime son veriyorum.
YanıtlaSilSöz dinlemen ve sağlıklı yaşaman dileğiyle
Ayşe